Makaleler

İskandinavyada Din ve Diyanet Hizmetleri


      Prof.Dr. Adnan Bülent Baloğlu

     Din Hizmetleri Müşaviri - Stockholm

Genel Giriş

Coğrafi bakımdan Kuzey Avrupa’da yer alan İsveç, Danimarka, Norveç, Finlandiya ve İzlanda’yı içine alan bölgeye İskandinav bölgesi adı verilir. Ayrıca bu ülkelerle ilişkili olan Faroe Adaları, Grönland, Åland ve hatta Estonya da İskandinav ülkeleri kavramına dâhil edilir. Bu ülkelerin tamamına, Kuzeyli, Kuzey Avrupa halkı anlamına gelen “Nordik” ülkeleri de denir. Avrupa’nın en uç bölgesinde yer almakla birlikte, İskandinav ülkeleri hem Avrupa tarihinin ve coğrafyasının bir parçasıdırlar, hem de aynı sosyal, ekonomik ve siyasi etkileşimin bir sonucu olarak benzer değerlerin, kültürün ve psikolojik kimliğin paylaşıldığı bir bütünün parçasıdırlar. Ama yine de, kendine has kültürel geleneği, siyasi ve kültürel değerleriyle, kesin ve tanımlanmış sınırlarıyla İskandinavya’yı Avrupa’dan farklı bir bütün olarak görebiliriz.

İskandinav Kimliğinin Temel Taşı: Lutheryanizm

İskandinavya, Avrupa ile birlikte Hıristiyan değerlere dayanan ortak bir kültür mirasını paylaşmaktadır. 10–12. asırlar arasında Hıristiyanlığı benimseyen İskandinav halkları, 16. asırda Papalığın otoritesine, Katolik Hıristiyan yorumuna ve uygulamasına başkaldıran teolog-papaz Martin Luther’in reform hareketi kervanına topluca katılmışlar ve nihayette Avrupa’nın güneyindeki Katoliklere ve doğusundaki Ortodokslara karşı Protestanlığın kuzey kaleleri haline gelmişlerdir. İncil’i Hıristiyan akaidinin yegane kaynağı (sola Scriptura) kabul eden ve günahlardan aklanmanın da ancak imanla (sola fide) gerçekleşeceğine inanan Lutheryanlık, hem İskandinav devletlerinin oluşumunda hem de belli bir döneme kadar onların sosyal, siyasal ve ekonomik gelişimlerinde öncü rolü oynamıştır.

Lutheryan mezhebi 18. yüzyıla kadar İskandinav halklarının kültürel kimliklerinin en temel ve en önemli köşe taşlarından birini oluşturmaya devam etmişse de sekülerleşme sürecine bağlı olarak bugün toplum ve kültür hayatının kıyılarına çekilmiş bir görünüm arz etmektedir. Her konuda çok açık ve özgürce konuşabilen bir toplum olmakla övünen İskandinavlar her nedense din hakkında konuşmayı, dini inançlarını açıklama pek sevmemektedirler. Dinin ve dini konuların aile, okul, iş ve arkadaş ortamında neredeyse hiç konuşulmayan konular arasında yer aldığını söylememiz bir abartı sayılmamalıdır. Din konusundaki bu çekingen tavrın, söz konusu toplumların kendi dindarlıklarını ifşa etmeme arzularından kaynaklanması pekâlâ mümkündür. İlave olarak, seküler algı ve yaşam tarzının İskandinav toplum hayatına derin bir biçimde nüfuz etmesi sebebiyle insanların dini konuları konuşmaya değer bulmamaları da bir başka sebep olarak zikredilebilir. Bununla birlikte, Hıristiyanlıkla alakalı ancak “bilgi kırıntısı” kabilinden bir arka plana sahip olan halkın zihinsel algısında din, iyilik ve güzellikle özdeştir. Bir başka ifadeyle, halk nezdinde muteber olan din, etik bağlamda sınırları belirlenmiş bir “kültür Hıristiyanlığı”dır. Mesela, Easter’ın, gerçekte, Hz. İsa’nın yeniden dirilişini sembolize ettiğini düşünenlerin veya bilenlerin ve bu amaçla kilise kutlamalarına katılanların sayısı parmakla gösterilecek kadar azdır. Diğer taraftan pek çokları için Easter baharın müjdecisidir; dolayısıyla Easter tatili her türlü çalışmadan ve faaliyetten el-ayak çekmek, bir tatil mekânına giderek vakti aileyle birlikte değerlendirmek ve böylece beden ve zihin yorgunluğunun atılması için iyi bir fırsattır.

Kültürel değerlerle özdeşleştirilen bir Hıristiyanlık anlayışının hâkim olduğu İskandinavya’da kiliselere devam oranı bir hayli düşüktür. En son istatistikî verilere göre kiliseye giden halkın oranı Danimarka’da %5, İsveç’te %4, Finlandiya’da %4 ve Norveç’te %5’tir. Bu rakamlardan da anlaşılacağı üzere, İskandinav halkları kiliseye gitme oranlarında tablonun en alt sıralarında yer almaktadırlar. Onların altında sadece %3 ile Japonya ve %2 ile Rusya bulunmaktadır. Aynı şekilde, kiliseye giden halkın Danimarka’da %12’sinin, İsveç’te %9’unun, Finlandiya’da %11’inin ve Norveç’te %13’ünün ayda en az bir kere kiliseye uğradığı tespit edilmiştir. Halk nezdinde kiliseler, ulusal ve dini kimliğin bir sembolü olmanın yanında, tarih, kültür, sanat, mimari ile iyilik ve güzelliği simgeleyen birer toplum abidesi hükmündedirler. Bu bakımdan kiliselerin tarihi, estetik ve mimari yapılarının korunması noktasında gerek devletin gerekse halkın dikkat çekici bir hassasiyeti söz konusudur.

Diğer taraftan nüfusun önemli bir kısmı da kendini bilinçli bir şekilde seküler veya agnostik olarak tanımlamaktadır. Tanrı’ya inanma oranları İsveç’te %53,4, Norveç’te %68,8, Finlandiya’da %82,5 ve nihayet Danimarka’da %68,9’dur. Bununla birlikte, Tanrı’ya inananların inançlarının da kapsamlı ve bilinçli bir Tanrı inancı olduğunu söylemek zordur. Aynı şekilde, ölümden sonra hayatın yani âhiretin varlığına inananların sayısı Finlandiya’da 50, Norveç’te %43, İsveç’te %39 ve Danimarka’da %30’dur. Amerikalı sosyolog Phil Zuckerman’ın bilhassa İsveç ve Danimarka toplumlarındaki dini anlayışı mercek altına aldığı çalışmasına “Tanrısız Toplum” (Society Without God) ismini vermesi bu bakımdan oldukça manidardır. Zuckerman, bugünkü İsveç ve Danimarka toplumunda, kilise üyesi olduğu ve vergisini ödediği halde inanmayanların sayısının çok fazla olduğuna dikkat çekerek, Norveçli din sosyologu Ole Riis’in bu iki toplum için kullandığı “inanmadan ait olanlar” nitelemesine atıfta bulunur. Bu nitelemenin, özellikle İsveç’te bulunduğumuz süre zarfındaki bireysel araştırma ve gözlemlerimizle de paralellik arz ettiğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte, Tanrı’ya inanmadığı halde, “güzel bir gelenek” olarak kabul ettiği için haftada birkaç kez veya ayda en az bir sefer kiliseye uğrayanların, yine Hıristiyanlığın inanç esaslarını kabul etmediği halde kilisede evlenenlerin, kilisede düzenlenen konfirmasyon (Hıristiyanlığı ikrar) ve yılbaşı ayinlerine katılanların sayısı da az değildir. Pek çok İskandinav, dindar veya inanan biri olmadığı halde, içeriğini bilmese de sahip olduğu kültürel değerlerin önemli bir kısmının din kaynaklı olduğunun da farkındadır.

İsveç için tabloyu biraz daha netleştirelim -ki şimdi söyleyeceklerimiz, diğer İskandinav ülkeleri için de aşağı yukarı aynıdır. Vaftiz ayinlerinin sadece beşte biri kiliselerde yapılmaktadır. Konfirmasyon ayinlerini tercih eden genç sayısı üçte bire düşmüştür. Evliliklerin ancak yarısı kiliselerde gerçekleşmektedir. Buna mukabil, cenaze merasimlerini kiliselerde yapanların oranı yüksektir. Ayrıca ölüm sonrasında gömülmek yerine yakılmayı vasiyet edenlerin sayısı %80 civarındadır. Mensup olduğu kiliseden ayağını kesen gençler, ya hür/bağımsız kiliselere yönelmekte ya da alternatif mistik tecrübelere ve uygulamalara ilgi duymaktadırlar. Amerika ve Avrupa’da türeyen ve kendini bağımsız/hür olarak niteleyen Hıristiyan grupların (Pentekostal, Yehova Şahitleri, Kurtuluş Ordusu, Vaftiz Kilisesi, Mormonlar vb.) İsveç’teki uzantıları şeklinde faaliyet gösteren bağımsız kiliselerin sayısı 45 civarındadır.  Bu kiliselerin İsveç’teki üye sayısı bugün itibarıyla yarım milyonun üzerindedir. Bütün bunlara sayıları 20.000’i aşan Yahudi cemaatini de eklemekte yarar görüyoruz.

Bugün, 2000 yılında devlet kilisesi olmaktan çıkan İsveç Kilisesi haricinde, Danimarka, Norveç ve Finlandiya Evanjelik Lutheryan kiliseleri birer devlet kilisesi hüviyetindedirler. Bu kiliselerin faaliyetlerinin önemli bir kısmı ile tamirat ve bakım gibi altyapı çalışmaları da kendi devletleri tarafından finanse edilmektedir. İsteyen herkes kilisenin faaliyetlerine iştirak edebilir. Kiliselere devam oranı -yukarıda da belirttiğimiz üzere- çok düşük olmakla birlikte, “vatandaşlık sorumluluğu” bilinciyle insanlar kilise üyeliklerini muhafaza etmekte, kilise vergilerini ödemeye devam etmektedirler. Mesela İsveç’te her yıl 1 Kasım’da tahsil edilen kilise vergisinin ödenmesinde iki ölçüt geçerlidir: bir yıl içindeki toplam gelir miktarı (yaklaşık % 1’i alınır); hangi kiliseye bağlı olunduğu.  2010 yılı sonu itibarıyla, İsveç nüfusunun % 70’i, Danimarka’nın % 80,4’ü, Norveç’in % 86’sı, Finlandiya’nın % 78’i kilise üyesi olarak kayıtlara geçmiştir. Kilise üyeliği gönüllülük esasına dayanmaktadır ve fakat yıllar itibarıyla artık kilise üyesi olmak istemeyenlerin sayısında da dikkat çekici bir artış gözlenmektedir. Öyle ki, sadece 2010 yılında Finlandiya Evanjelik Lutheryan Kilisesi toplam 83.097 üyesini kaybetmiştir. Bunların 18.000 ila 30.000 kadarı Kilise’nin, cinsiyet ayrımı gözetmeyen evliliklere (gender-neutral marriage) ve homoseksüellerin evlat edinebilmelerine onay vermesine tepki vermiş ve üyeliklerini hemen iptal ettirmişlerdir. Kilise üyeliği sayısındaki benzer bir düşüş de 2000 yılına kadar “Devlet Kilisesi” hüviyetine sahip olan İsveç Kilisesi’nde yaşanmıştır. Kilise devlet kilisesi hüviyetini kaybettiği andan itibaren ciddi bir kan kaybına uğramış ve 2005’te üye sayısı dramatik bir biçimde 7 milyonun altına düşmüştür. Aynı şekilde, sadece 2008 Kasım- 2009 Kasım arasında 72.000 kişi kilise üyeliğinden çıkmak için müracaat etmiştir. Söz konusu ülkelerde, kilise üyeliğindeki hissedilir düşüşlerin kiliselere ciddi mali kayıplara sebep olduğunu söylemeye de gerek yoktur.

  Sonuç olarak, İskandinav ülkelerindeki Hıristiyan nüfusun ezici çoğunluğu Lutheryan olmakla beraber, Lutheryanlık bugün kültürel hayatın kıyılarına çekilmiş ve artık herhangi bir İskandinav için çok az bir anlam ve önem içeren konuma düşmüştür. Din sosyal hayatta “görünür” olmadığı gibi, siyasette de önemli bir yer işgal etmemektedir. Aynı şekilde din, İskandinavların sessiz olma, suskunluğunu koruma, çok konuşmama, fikir beyan etmeme özelliğinin en fazla olduğu iki konudan birisidir -diğeri ise siyasettir. Bu bakımdan, günlük hayatta din, İskandinavların kendi benliklerini ve kimliklerini tanımlamada merkezi bir öneme sahip değildir.  

 Göçmen Akınları: Çok-Kültürlü ve Çok-Dinli Ortama Geçiş

Asırlarca “Tek Kral”, “Tek Din” düsturunun benimsendiği İskandinav ülkeleri bugün etnik, kültür ve din bakımından artık homojen değildir. Dini açıdan ifade edecek olursak, söz konusu ülkelerde artık sayıları yüz binleri bulan Katolik, Ortodoks ve Müslüman mevcuttur. Bir Katolik bölgesi olmamasına rağmen tarih boyunca önemli sayılabilecek Katolik hareketlerine sahne olan İskandinav ülkelerinde Katolik inancı asırlarca kısıtlamalar, yasaklar ve zor kullanmalarla boğuşmak zorunda kalmıştır. Mesela, 1814 tarihli Norveç Anayasası Katoliklerin ve Yahudilerin Norveç sınırlarından içeri girmelerini yasaklamış, mevcutların da Lutheryan kiliselerine gitmelerini zorunlu kılmıştır. İsveç’te, anti-Katolik yasaları 1781’e kadar yürürlükte kalmış, bu tarihten itibaren ülkeye yeniden yerleşmelerine ve inançlarını yaşamalarına izin verilmiştir. Bugün İskandinav ülkelerindeki Katolik nüfusu özellikle Şili, Polonya gibi koyu Katolik ülkelerden gelen göçlerle artmış ve toplam nüfusun %2’sine karşılık gelecek bir sayıya ulaşmış durumdadır. Aynı şekilde Rusya, Ermenistan, Ukrayna, Sırbistan, Slovenya, Hırvatistan gibi ülkelerden gelen göçmenlerle birlikte de Ortodoks nüfusunda ciddi bir artış olmuştur. Türkiye, Suriye, Lübnan ve Irak’tan gelen Ortodoks Süryaniler de buna ilave edildiğinde, Ortodoksların da İskandinav ülkelerinde önemli bir yekûna ulaştığı görülecektir.

Diğer taraftan, 1960’lardan itibaren çalışma ve iş bulma amacıyla bilhassa Türkiye’den, 1980’lerden itibaren de savaş, fakirlik, açlık, kıtlık, işsizlik, rejim muhalifliği vb. sebeplerle Irak, Suriye, Azerbaycan, İran, Pakistan, Afganistan, Bosna ve Somali başta olmak üzere farklı İslam ülkelerinden gelen Müslüman nüfus da İskandinav ülkelerinin etnik, kültürel ve dinsel çoğulculuğuna ciddi katkıda bulunmuştur. Özellikle İskandinav ülkelerinin başkentlerini ve büyük şehirlerini kendilerine mesken tutan göçmen Müslüman nüfus, belli bir zaman sonra dinsel, sosyal ve kültürel amaçlı kurdukları dernekler vasıtasıyla hem içinde yaşadıkları ülkenin sosyal şartlarına uyum sağlamayı hem de kendi kimliklerini ve aidiyet bilinçlerini güçlendirmeyi hedeflemişlerdir.

Nihayette bugün Danimarka’daki en büyük azınlık dini İslam’dır; bu ülkede 2010 rakamlarına göre 203 bin civarında Müslüman yaşamaktadır ve bu, toplam nüfusun %3,7’sine tekabül etmektedir. İsveç’te, takribi Müslüman sayısı 500.000’dir ve nüfusun 5,38’ini oluşturmaktadır. Norveç’teki Müslüman sayısı 100.000 civarındadır, bu oran nüfusun %2,5’ine karşılık gelmektedir. 5,5 milyon nüfusa sahip Finlandiya’da ise bu rakam 50.000 civarındadır ve ülke nüfusuna oranı %1,1’dir. 2020 yılı itibarıyla bu ülkelerdeki Müslüman nüfusun 1 milyonu bulacağı hatta aşacağı tahmin edilmektedir.    

Bu tür küresel buluşmaların, çalışma, sığınma veya evlilik yoluyla gelen azınlık din mensuplarını ister istemez bir şoka ve yabancılaşmaya soktuğu, neticede bir farklılık ve de belli bir kültüre aidiyet bilincinin uyanmasına sebep olduğu bilinmektedir. Gerek Hıristiyan olsun gerekse Müslüman, İskandinavya’ya yerleşen göçmenlerin genel özelliğinin de dindarlık olduğu açıkça gözlenmektedir. Zira her yerde camiler, Ortodoks, Katolik ve Süryani kiliseleri açılmakta veya inşa edilmektedir. Bu durumda, İskandinavya’nın seküler ve dinden uzak görüntüsünün dindar göçmenlerin etkisiyle yavaş ve fakat hissedilir bir dönüşüme uğradığı açıktır.  Ayrıca yaklaşık 5000 İsveçli, 1000 Finli, 2800 Danimarkalı ve 1000 Norveçli Müslüman mühtediyi de hesaba kattığımızda tasvir etmeye çalıştığımız tablo biraz daha netleşecektir. Her ne kadar sekülerleşmenin etkisiyle Müslüman göçmenlerin seküler bireylere dönüşme ihtimali varsa da bunun geneldeki dindar görüntüyü bozma ihtimalinin en azından şimdilik zayıf olduğunu söyleyebiliriz.

Neticede, bugün İskandinav ülkelerinin toplumsal yapısı çok-kültürlü, çok-dinli ve tabii çok-dilli bir yapı arz etmektedir. İskandinav ülkelerinin yerli halklarıyla din, dil ve kültür bakımından farklılık arz eden göçmen grupların uzun vadede bu ülkelere uyum sağlamada ne kadar başarı sağlayacaklarını zaman gösterecektir. Bu uyumun arzu edilen düzeyde gerçekleşmesine katkı sağlayacak esas belirleyici unsurun ise söz konusu ülkelerin takip edeceği göçmen politikalarının olacağını söylemede yarar görüyoruz.

 İskandinavya’ya Türklerin Gelişi ve Diyanet Hizmetleri

İskandinav ülkelerinin İslam’la tanışmalarının tarihini çok eskilere ve bilhassa Viking dönemlerine kadar götürmek mümkündür. Ancak özellikle 1960’lı yıllardan itibaren kısa bir süre çalışmak, para kazanmak ve geri dönmek amacıyla Türkiye’den gelen “misafir işçilerin” bu ülkelerdeki Müslüman azınlığın ilk temellerini attığını söyleyebiliriz. Bunun bir istisnası, 1810’larda Rus ordusundaki Müslüman Tatar askerlerin Finlandiya’ya gelmesidir. Akabinde 1870’li yıllarda, Nizhni Novgorod ve Kazan bölgelerinden ticari amaçlarla Tatar tüccarların da gelmesiyle birlikte Finlandiya’daki ve dolayısıyla İskandinavya’daki ilk Müslüman azınlık topluluğu oluşmuştur. Finlandiya’da zaman içinde sayıları artan Tatar Müslümanlar 1915 yılında bir hayır derneği kurmuşlar ve bu dernek vasıtasıyla dini vecibelerini yerine getirmeye başlamışlardır. 1923 yılında din özgürlüğü ile ilgili yasa yürürlüğe girince, Tatarların dini cemaat kurma çabaları meyve vermiş ve 1925 yılında Suomen Muhammettilainen Seurakunta (Finlandiya Muhammedan Cemaati) kurulmuş, 1963’te cemaatin adı Suomen Islam Seurakunta (Finlandiya İslam Cemaati) olarak değiştirilmiştir. Bugün 600 üyesi bulunan bu Tatar cemaati Finlandiya’nın esas itibarıyla Helsinki, Järvenpää, Espoo ve Vantaa şehirlerinde yaşamaktadır. Cemaatin faaliyetleri başkent Helsinki’de bulunan merkezden yürütülmektedir. Cemaatin imamlığını kurulduğu andan 1960 yılına kadar Veli Ahmed Hakîm Hoca yapmıştır. Daha sonra ise Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da yardım ve katkılarıyla bu görevi Kütahyalı Ahmed Naim Atasever Hoca (1960-1976), Konyalı Enver Yıldırım Hoca (1976-1982) ve nihayet Eskişehirli Abdurrahman Kaya Hoca (1982-2006) yapmışlardır. 2006’dan bu yana görev, Rusya Federasyonu’na bağlı Tataristan Cumhuriyeti’nden gelen imamlar tarafından ifa edilmektedir.

Bugün, vaktiyle “misafir” olarak gelen, ailelerinin gelişi, doğum, evlilik ve diğer sebeplerle sayıları artık on binlerle ifade edilen Türk göçmenler bulundukları ülkelerde “vatandaş” statüsünü de kazanmış durumdadırlar. İsveç’teki en büyük azınlık Müslüman grubu Türklerdir ve sayılarının toplam Müslüman nüfusunun yaklaşık %10’una tekabül etmektedir. Türkleri sırasıyla İranlılar, Iraklılar, Bosnalılar, Lübnanlılar izlemektedir. Nüfusunun yaklaşık %3,8’i Müslüman olan Danimarka’da da en büyük Müslüman azınlık Türklerdir ve toplam Müslüman nüfusun takribi %28’ini oluşturmaktadırlar. Finlandiya’daki Müslüman sayısı 40,000 civarındadır ve bu nüfusun neredeyse yarısı Somalilere aittir. Ülkedeki Türk sayısının ise 7000 kadar olduğu tahmin edilmektedir. Norveç’te ise hali hazırda 16,000 civarında Türk yaşamaktadır ve nüfus yoğunluğu olarak Pakistan, Somali, Irak, Bosna ve İran Müslümanlarından sonra gelmektedirler. Bir başka Nordik ülkesi olan İzlanda’da ise toplam Müslüman sayısı 1000’in altındadır ve buradaki Türk sayısının 60–80 kişi civarında olduğu sanılmaktadır.

Yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere, Türkler, İskandinav ülkelerinde oldukça renkli ve farklı bir etnik tablo içinde varlık ve yaşam mücadelesi vermektedir. Avrupa’nın diğer ülkelerinde olduğu gibi İskandinavya bölgesinde de Türkler, kendi bireysel ve toplu kimlik inşalarını gerçekleştirmek için özellikle 1970’li yıllarda camileri ve kültür derneklerini kurmuşlardır. Onların kurdukları camiler ve dernekler hem onların dinsel ibadetlerini topluca ifalarına bir mekân teşkil etmiş, hem de kendi toplumsal, kültürel dinamiklerini yaşama ve yaşatmalarına katkıda bulunmuştur. Ayrıca bu dernekler ve camiler, ideal biçimde olmasa da Türklerin kendi kabuklarından bir parça dışarı çıkmalarını sağlamış, içinde yaşadıkları toplumla kaynaşmalarını ve sosyalleşmelerini teşvik etmiş ve desteklemiştir. Bu çerçevede cami dernekleri, özellikle dini ihtiyaç ve sorunların karşılanmasını, çocukların ve gençlerin dini eğitimlerini almalarını temin amacıyla özellikle 1980’lerin başından itibaren kendi imkânlarıyla Türkiye’den Din Görevlisi getirmişlerdir.

İskandinav ülkeleri arasında Türklerin en erken geldikleri ve nüfus olarak en yoğun bulundukları ülke olan Danimarka, İskandinavya’daki Diyanet hizmetlerinin de Müşavirlik düzeyinde başladığı ilk ülke olmuştur. 1980’li yılların başlarında başlayan Danimarka’daki Diyanet yapılanması bugüne kadar Sosyal Yardımcı, Din Hizmetleri Ataşesi veya Din Hizmetleri Müşaviri sıfatıyla atanan Diyanet personelince idare edilmiştir. Bugün Danimarka’da Din Hizmetleri Müşavirliği’ne bağlı olarak faaliyet gösteren yaklaşık 35 cami derneği mevcuttur. Uzun bir süre, İsveç ve Norveç’teki Diyanet hizmetleri de,  Danimarka Kopenhag Büyükelçiliği bünyesindeki “Din Hizmetleri Müşavirliği” kanalıyla yürütülmüş ve denetlenmiştir. 1997 yılı başında İsveç’e Din Hizmetleri Müşaviri’nin atanmasıyla birlikte, İsveç ve Norveç Diyanet hizmetleri bu Müşavirliğin uhdesine devredilmiştir.

                           

İsveç’te Stockholm Din Hizmetleri Müşavirliği ile bağlantılı çalışan 10, Norveç’te ise 7 dernek vardır. Bu sayı sürekli artmaktadır. Yurtdışındaki vatandaşlarımız artık dini duygu ve ihtiyaçlarının muhtelif gruplarca istismar edilmesini, derneklerin kısır çekişmelerin ve ideolojik gruplaşmaların mekânı olmasını istememektedirler. Dernek sayısının her geçen gün artmasının ardındaki en önemli sebep kanaatimizce budur. İlave olarak, buradaki halkımız kendi anavatanıyla, devletiyle, milli-manevi ve geleneksel değerleriyle kucaklaşmaya ayrı bir önem atfetmektedir.

Finlandiya’da ise durum biraz farklıdır. 1980’lerin başlarında müzisyen veya gemici olarak gelen ilk 20 kişilik grubun arkasından turistik amaçlarla, evlilik veya iltica yoluyla gelenlerle birlikte bugün Finlandiya’daki Müslüman Türk nüfusu 7000 civarındadır. Finlandiya’ya yaklaşık 120 ülkeden gelen göçmen azınlık halkları arasında girişimci olma özellikleriyle dikkat çeken Türkler, 1981’den itibaren kurdukları dernekler etrafında birleşmeye başlamışlardır. Ne var ki, dağınık halde yaşamaları sebebiyle tam organize oldukları söylenemez. Buna paralel olarak, Diyanet Hizmetlerini talep noktasında da bir girişim maalesef 2011 yılına kadar gerçekleşememiştir. Nihayet Stockholm Sosyal İşler ve Din Hizmetleri Müşavirliğinin önderliği ve de Helsinki Büyükelçiliğinin destek ve himayeleriyle 2011 yılı ortasında kuruluş çalışmaları tamamlanan Finlandiya Diyanet Derneği faaliyete geçmiş ve Ramazan ayı ile birlikte buraya geçici statüsünde bir Diyanet Görevlisi tahsis edilmiştir.

İskandinav ülkelerindeki cami derneklerinde görev yapan Din Görevlileri, Diyanet hizmetlerinin ulaştığı her ülkede olduğu gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde çalışan görevlilerden oluşmaktadır. Başkanlığın yurt dışına atadığı Din Görevlilerinin eğitim düzeyi ve hizmet için aranan standardı gün geçtikçe yükselmektedir. Geçmişte yurt dışı görevine atanabilmek için İmam Hatip mezunu olmak yeterliyken, bugün dört yıllık Fakülte mezunu olma şartı aranmaktadır. Hatta bazı ülkeler için bu eğitim düzeyi bile yeterli olmamaktadır. Mesela, Norveç Devleti en az bir yüksek lisans diploması bulunmayan görevliye oturum ve çalışma müsaadesi vermemektedir. Bu sebeple, Norveç’teki görevlilerimizin tamamı ilahiyat tahsilinden ayrı olarak, yüksek lisans derecelerine ve hatta bazıları doktora diplomalarına sahiptir.

Din Görevlilerimiz, sadece vaaz, irşat, ibadet gibi cami hizmetlerinin ifası ile yetinmemekte, aynı zamanda her türlü sosyal ve kültürel faaliyetlerin düzenlenmesinde halkımıza hem öncülük yapmakta, hem de onlara yol göstermektedirler. Mesleki kariyerleri, konumları, saygınlıkları, hal ve hareketleri, söz ve davranışlarıyla küçük çocuklar ve gençler için rol-model olma görevini de üstlenmiş durumdadırlar.

 Çocukların ve gençlerin yetiştirilmesi ve eğitilmesi kapsamında hafta sonu kursları düzenlenmektedir. Bu kursların müfredatı dini ağırlıklı olmakla birlikte, Türk kültürü, tarihi, örf ve ananeleri konularına da yer verilmektedir. Söz konusu derslerin aynı zamanda bir Türkçe dil dersi olarak görülmesi de mümkündür. Çocuklarımızın genelinin ana dillerini anlama ve konuşmada sıkıntı çekmeleri sebebiyle, anlamadıkları pek çok kelime farklı örneklerle ve değişik kullanımlarla açıklanmaktadır. Bu arada kadınlara yönelik kurslar da düzenlenmekte ve bu da din görevlilerinin görev mesailerinin hacimli bir kısmını kapsamaktadır. Cami derneklerinin düzenlediği pek çok sosyal ve kültürel faaliyetin alt yapısı ve içeriği de Din Görevlileri tarafından hazırlanmaktadır.

İskandinavya’da Diyanet hizmetlerinin desteklenmesinde bu ülkelerde kurulan Diyanet vakıflarının da önemli bir payı vardır. Danimarka Türk Diyanet Vakfı, İsveç Diyanet Vakfı ve nihayet 2011 yılında kurulan Norveç-Türkiye Diyanet Vakfı gibi kuruluşlar Diyanet hizmetlerinin hem verim ve kalitesini arttırma ve geliştirme noktasında önemli rol üstlenmektedirler.   

 Sonuç

Bilhassa son yirmi yılda, Diyanet İşleri Başkanlığının hizmet alanı ve kalitesi, her yerde olduğu gibi, İskandinavya bölgesinde de önemli bir gelişme kaydetmiş durumdadır. Buna paralel olarak, her geçen yıl Diyanet İşleri Başkanlığı ile birlikte çalışmak isteyen ve buna bağlı olarak Din Görevlisi talep eden dernek sayısında da artış gözlenmektedir. Diyanet’e ve onun resmi Din Görevlilerine olan talebin ilerleyen yıllarda katlanarak artacağı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, İskandinav ülkelerinin yeni uyum politikalarına bağlı olarak,  Din Görevlilerin bu ülkelere gelişlerinde, vize ve oturum izinlerinin alınmasında ileride sıkıntıların yaşanabileceğine dair sinyaller de şimdiden alınmaktadır. Mesela Norveç’te görevli olabilmek için en az yüksek lisans yapmış olma şartı aranmanın yanında, vize ve oturum işlemlerinin alınmasında veya yenilenmesinde de sürekli bürokratik engellerle karşılaşılmaktadır. En son olarak, Din Görevlilerinin maaşlarının belirlenen yaşam standardının altında olduğu gerekçesiyle vize taleplerinin belli bir süre reddedilmesi bunun bir örneğidir. Bütün bu yaşanan ve doğabilecek sıkıntılara mahallinde bir çözüm olması bakımından Uluslararası İlahiyat Projesi’nin üzerinde daha bir önemle durulması gerektiği aşikârdır. 

İskandinavya’daki Türk nüfusu giderek çoğalmaktadır. Bununla birlikte, bu bölgedeki vatandaşlarımızın, nesil yenilenmesine bağlı olarak eğitim düzeyleri de yükselmektedir. Bu bakımdan Din Görevlilerinden beklenen sorumluluk ve beklentiler de artmaktadır. Her şeyden önce dil bilme konusunda yetersiz kalan Din Görevlilerinin hizmet alanı ister istemez cami hizmetleri ile sınırlanmakta, Hıristiyan kiliseler ve kuruluşlarla diyalog kurmak, fikir alış-verişinde bulunmak vb. hususlarda eksik kalınmaktadır. Bunun yanında, önemli sayıda derneğin kiralık mekânlarda faaliyet göstermeleri ve bu sebeple üye aidatlarının ve yardımlarının önemli bir kısmının kira ödemelerine tahsis edilmesi kültürel, sosyal ve dini alandaki hizmetlerin nicelik ve nitelik bakımından arzu edilen düzeye ulaşamamasına sebep olmaktadır.

Son söz olarak, unutmamalıyız ki, yurt dışındaki çocuklarımızın, gençlerimizin ve yetişkinlerimizin eğitiminde en büyük pay Din Görevlilerimize aittir. Söz konusu derneklerimizin faaliyetlerinin etkin ve düzenli yürümesinin arkasındaki görünmeyen, gerçek failler de onlardır. Din Görevlilerimiz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yurt dışındaki vatandaşlarıyla her an iç içe yaşayan, onların sorunlarını, dertlerini, kederlerini, hüzünlerini ve sevinçlerini anında paylaşan, onlarla ağlayan ve onlarla gülen bireyler olarak önemli bir toplumsal fonksiyonu ve görevi de hepimiz adına yerine getirmektedirler. 

X